Üvey küçük kız kardeşim Mina, ergenliğin o masum sınırlarında gezinirken, yaz akşamı salonda “Doğruluk mu Cesaret mi?” oyunu teklif ettiğinde, gözlerindeki pırıltı oyunun ötesinde bir kıvılcım taşıyordu – Mina’nın dar tişörtü ve şortu, bacaklarının yumuşak kıvrımlarını sergilerken, benim nabzım hızlandı. “Cesaret, abi, bana en utanç verici sırrını anlat,” dedi Mina, kıkırdayarak yastığa yaslanıp bacaklarını çaprazlayarak, ama sıra bana gelince “Cesaret alıyorum – seninle bir sırrı paylaşayım mı?” diye sordum, sesim odanın ağır havasını kesen bir bıçak gibi. Mina’nın yanakları kızardı, ama merakı ağır bastı; ben elimi uzatıp Mina’nın dizine koyduğumda, oyun kuralları erimeye başladı – parmaklarım şortunun kenarından vajinasına kayarken, Mina’nın nefesi kesildi, “Abi, bu… doğru mu?” diye fısıldadı, ama cesareti seçip bacaklarını hafifçe araladı. Ben Mina’yı kanepeye yatırıp şortunu sıyırdığımda, ıslak sıcaklık parmaklarımı yuttu; Mina’nın ilk inlemesi yastıklara gömüldü, zevk dolu bir titreme bedenini sardı. Sertliğimi yavaşça sokup her santimiyle onu doldurduğumda, Mina kalçalarını kıvırıp oyunu unuttu – “Daha fazla cesaret, abi!” diye yalvardı, ritim bir fırtına gibi yükselirken. Kanepe yayları inledi, Mina’nın tırnakları kollarımı çizdi; oda yaz sıcağı ve tuzlu nemle dolarken, doğruluk cesaretin yalanlarını örttü, gece üvey bir sırrın ilk dokunuşuyla sonsuz bir döngüye kapıldı.
on Kasım 3, 2025